Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
TUFAN VE PAPAZ
Hıristiyan bir ülkede tufan olmuş. İnsanların hepsi oradan uzaklaşmış. Ülkenin başka tufan olmayan bölgelerine göç etmişler. Sadece kilisedeki papaz kiliseden ayrılmıyormuş. Nedeni ise; Kilise Tanrın'ın evidir. Tanrının kendisini koruyacağını söylüyormuş. Papaz; "Ben insanlara Tanrı yolunu öğretiyorum demiş. Bu nedenle Tanrı beni kurtarır diyormuş. Yağmurlar yağmış, seller olmuş, her yeri su basmış. Devlet yetkilileri arabayla papazı almaya gelmişler. Papaz Allah beni kurtarır demiş ve gitmemiş.
Sular iyice yükselmiş. Papaz kilisenin ikinci katına çıkmış. İnsanlar bu defa kurtarmaya botla gelmişler. Papaza: Boğulup gideceksin gel kurtaralım seni dedilerse de papaz inat etmiş gitmemekte. Allah beni kurtarır demiş tekrar.
Sular yükselmeye devam etmiş. Papaz kilisenin en yüksek yerine çıkmış. Bu defa helikopterle gelmişler papazı kurtarmaya. Papaz bir kere inat etmiş ya; Tanrı beni kurtarır, ben Tanrıya güveniyorum demiş. Gitmemiş. Sular daha da yükselmiş. Papaz gidecek ve tutunacak yer bulamadığı için sularda boğulmuş gitmiş. Papaz ölünce öteki dünyada Tanrıya yakınmış: Ben sana çok güvendim kurtaracaksın diye. Ama bütün ümitlerim boşa çıktı. Benim canımı aldın sular altında demiş. Tanrı da Ben sana üç şans verdim. Sen aklını kullanamadın ben ne yapayım" demiş.
İNGİLİZ, AMERİKAN ve TÜRK LİDERLERİ
İngiltere başbakanı, Amerikan Başkanı ve Türkiye Başbakanı biraraya gelmiş sohbet ediyorlarmış. Konu da ekonomi ve işçi ücretleri üzerineymiş. Sözü ilk olarak Amerikan Başkanı almış;
- Ben çalışan vatandaşıma ayda 4000 dolar dolar veririm. Bu paranın 2000 dolarını harcar, 2000 dolarını ne yapar bilmem.
İngiliz lider de şöyle demiş;
- Ben çalışan vatandaşıma ayda 2000 EURA veririm. Bu parayla rahatça geçinir. Eğlenceye nerden para bulur bilemem.
Türkiye Başbakanı alır sözü ve;
- Ben çalışan vatandaşıma ayda 450 YTL veriyorum. Türkiyede geçinebilmek için 1000 YTL gereklidir. 1000 YTL'nin 550 YTL'sini nerden bulur bilemem.
BANKACILAR
Yaşlı çift evliliklerinin kırkıncı yıl dönümünde paraya kıymışlar, Avusturalya'da tatil yapmaya karar vermişlerdi.Uçağın penceresinden saatlerdir okyanusu seyrediyorlardı.
Sessizliği pilotun anonsu bozdu:"Sayın yolcularımız! Korkarım size kötü bir haberim var. Motorlarımızdan biri sustu, diğeri de susmak üzere. Acil iniş yapmak zorundayız."
"Neyse ki altımızda haritada görülmeyen bir ada var ve sahiline inmeye çalışacağız."
"Bunu başarabilirsek tek sorunumuz bizi bulabilmeleri için dua etmek olacak."
Uçak minik adanın kumsalına başarılı bir iniş yaptı, kimsenin burnu kanamadı.
Uzun bir rahatlama sessizliğinden sonra adam karısının ellerini tuttu,gözlerine endişeyle baktı;
"Mona, bu ayki kredi kartı borcunu ödemiş miydin?" "Hayır sevgilim,unutmuşum. Kızdın mı?"
Adam endişeyle yine sordu: "Araba kredisinin taksitini ödemiş miydin?" "Özür dilerim canım, onu da ödememiştim."
Yaşlı adam karısının ellerini bıraktı ve kırk yıldır yapmadığı şekilde ona sıkı sıkıya sarıldı. "Aferin". Karısı şaşkın, korkarak sordu. "İyi misin tatlım?"
"Hiç olmadığım kadar. Çünkü bankacılar bizi kesin bulur!"
ACEMİ ASKER
Askerliğe yeni başlamış bir er çavuşunun yanına giderek:
-Efendim, çorbada kum vardı! dedi.
Çavuş kaşlarını çatarak
-Ne olmuş yani? Buraya yemek beğenmeye değil, vatan toprağını korumaya geldiniz. Bir daha böyle bir şikayet istemem! dedi. Erin cevabı hazırdı:
-Evet ama komutanım! Biz buraya vatan toprağını yemeye de gelmedik!
AKIL HASTANESİNDE
Akıl hastanesinde doktor iki hastasına:
-Şu dolabı beraber yukarı çıkarın! dedi.
Biraz sonra hastalardan birinin dolabı omuzlamış, oflaya puflaya yukarı çıkardığını gördü:
-Oğlum, hani diğer arkadaşın? Ben size dolabı beraber taşıyın demiştim!
-Arkadaşım dolabın içinde rafları taşıyor doktor bey!
AKLI GELİŞTİRİR
Yolculuk sırasında mola vermek isteyen yaşlı bir adam, bir hana girdi. Bu sırada hana bir başka yolcu daha girdi ve ikisi birden hancıdan yiyecek bir şeyler istediler. Fakat hancı yiyecek olarak yalnızca bir balık olduğunu söyledi ve bunu paylaşmalarını önerdi.
Bunun üzerine yaşlı adam, hancıya,
-"Ben balığın yalnızca başını yiyeceğim" dedi.
Hancı bunun nedenini sordu.
Yaşlı adam da,
-"Balık başı zekayı artırır, balık başı yiyen insan akıllı olur" dedi.
Bunun üzerine öteki yolcu hemen atıldı ve yaşlı adama:
-"Balık başını niye sen yiyeceksin, ben yemek istiyorum" dedi.
Yaşlı adam da itiraz etmedi ve balığın koca gövdesini yedi ve bir güzel karnını doyurdu.
Öteki yolcu ise yalnızca balığın başını yedi ve sonra yaşlı adama seslendi:
-"Sen koca gövdeyi yedin karnını doyurdun ben yalnızca kafayı yedim aç kaldım" dedi.
Yaşlı adam da bu sözlere şöyle karşılık verdi:
-"Bak nasıl akıllandın."
AZERİ DOKTOR İŞBAŞINDA
Bir okurdan gelen bir bilicilik iletisini de aktaralım. Cumhurbaşkanı'nın veto ettiği , Türkiye'de yabancı doktorların çalışmasına ilişkin tasarının yasalaşması sonrasına ilişkin bir öngörü:
Doktor Azeri olunca:
-Gelesen!
-Selam doktor bey!
-Salam...Sabahın hayır! (Selam iyi sabahlar)
-Ne salamı? Kızımı muayeneye getirdim.
-Gızım, sen yahşi birine ohşayırsan! (Kızım sen iyi birine benziyorsun)
-Neee! Kızım kimi okşuyormuş?
-Vallahi kimseyi okşamıyorum baba!
-Sus kız! Koskoca doktor yalan mı söyleyecek? Ellerindeki pişikten anladı herhalde!
-Pişik ele degel kucağa yaraşır! (Kedi ellenmemeli, kucağa alınmalı!)
-Doktor sen ne diyorsun yaa?
-Siz haradan gelisiz? (Siz nereden geliyorsunuz?)
-Biz at mıyız haradan gelecek? Doktor, ağzını topla!
-Gızım soyunasan, sırtına gulag asmak isterem. (Kızım soyun da sırtını dinleyelim.)
-Baba yaa... bu adam kimin kulağını sırtıma asacak?
Men indi gızına dayandıraaram. Maragım gabardı. Neçe ağlarsan? (Ben şimdi kızınızı durdururum. Merak ettim. Neye ağlarsın?
-Baba ne diyor bu?
-Ağlamasan balam. Baban yaşlıdır, dözebilamaz. (Ağlama çocuğum, baban yaşlıdır, dayanamaz.)
-Gızım sen karhanede çalışırsaan! (Kızım sen fabrikada mı çalışıyorsun?)
-Lan p... doktor... (küüüüüüüüt....)
-Özümü itirdim,
Dağlara gar düşende,
Bülbüle gam düşende,
Ruhun bedenden oynar
Gözüme yumruk gelende...
14 mart Tıp Bayramı yabancı hekimsiz kutlu, 23 mart meteoroloji günü kar yağışlı olsun.
AZERİ HAMAMDA
Azeri nin biri hamamı çok severmiş. Kalkmış bir gün hamama gitmiş. Güzelce yıkanmış. Göbek taşında yatmış. Sonra çıkmış dışarıda bir müddet uzanmış. Bir de limonlu çay içmiş. Sonra kurulanıp üzerini giymiş. Kasaya doğru yürümüş. Elini cüzdanına atmış. Cüzdan yok. Hamamcıya cüzdanının çalındığını söylemiş.
Hamamcı buna çok kızmış,
- biz hırsız mıyız diye.
Hamamcı ve adamları, adamı güzel bir dövmüşler.
Aradan bir iki ay geçmiş. Bizimki yine kalkmış gitmiş hamama. Yine yıkanmış. Keyif etmiş sonra çıkmış. Bir süre soyunma odasında uzandıktan sonra kurulanmış. Elbiselerini giymek için askıya bakmış. Bir de ne görsün. Sadece bir kemer kalmış. Bizimki kara kara düşünmeye başlamış. Hamamcıya söylese yine dayak yiyecek. Neyse kemeri beline bağlamış. Korka korka kasaya doğru yaklaşmış. Elbiselerinin çalındığını direk söyleyememiş. Demiş ki:
-Aya hele bak! Men burya bele mi gelmiştim?
BÜYÜK BEBEK
Laz ın biri Ankara'da bir barda içerken cep telefonu çalmış, telefonunu açmış, bir o kulağına bir bu kulağına götürürken sevinçle bardaki herkese içki ısmarlamış. Sonra da çevresindekilere karısının 15 kg lık tipik bir laz bebeği doğurduğunu söylemiş. Bardaki hiç kimse bir bebeğin 15 kg. gelebileceğine inanmamış ama laz inat etmiş.
-"Dediğim gibi,bizim oralarda ortalama bebek kilosu budur. Benimki de tipik bir laz bebeği?
Dört bir yandan tebrikler yağmış; bardaki herkes lazı kutlamış..İki hafta sonra laz tekrar bara uğramış. Barmen adamı tanımış ve sormuş
-''Sen şu 15 kg doğan bebeğin babası değilmisin? Herkes bebeğin iki haftada kaç kilo olduğunu merak ediyor. Söyle bize, bebek kaç kilo?"
Baba gururla cevap vermiş,
-"10 kg."
Barmen şaşırmış ve meraklanmış.
-"Ne oldu? Doğduğu gün zaten 15 kg.dı."
Laz baba içkisini başına dikmiş, ıslak dudaklarını koluna silmiş ve barmene doğru eğildi ve gururla yanıtlamış;
-"Sünnet ettirdim".
ÇOCUK DEDESİYLE
Küçük çocuk dedesinin kucağında otururken birden:
Dedeciğim! Gözlerini bir yumsana! der.
-Neden yavrucuğum?
-Annem geçenlerde "Deden gözlerini bir yumsa çok zengin olacağız," diyordu da!
DANA BAŞINI NEDEN ÜÇ KEZ SALLAMIŞ
Beş arkadaş oturmuş sohbet ediyorlar. Kimi fıkra anlatıyor, kimi bilmece soruyordu. Hüseyin de bir bilmece sorar:
-"Dağın eteğinde dört inek ile bir dana otluyormuş. Günlerce aynı yerde otladıkları için dağın o yüzündeki otlar bitmiş. Ne yapalım diye düşünmeye başlamışlar. Dananın aklına parlak bir fikir gelmiş.
-Ben dağın zirvesine çıkayım. Dağın öbür yüzüne bakayım. Eğer dağın öbür yüzünde ot varsa başımı bir defa sallarım, ot yoksa iki defa sallarım." demiş. Oflaya, poflaya dağa tırmanmış dana. Dağın zirvesine vardığında şöyle bir etrafına bakınmış. Sonra, merakla haber bekleyen ineklerden tarafa dönüp başını üç defa sallamış. İnekler şaşırmış kalmışlar ve ne demek istediğini bir türlü çözememişler.
Hüseyin arkadaşlarına soruyor:
-"Dana ineklere ne demek istemiş ?"
Arkadaşları birçok cevap vermesine rağmen hiçbirinin doğru cevap olmadığını söylemiş. Son kez sorar Hüseyin:
-"Bilemediniz mi cevabı ?"
Arkadaşları hep birlikte:
-"Bilemedik, sen söyle doğru cevabı" demişler. Hüseyin de:
-"O inekler de bilememişler dananın ne demek istediğini." demiş.
DEDE DOKTORDA
75 yaşlarmda bir dede doktora gider. 3 ay önce muayene ettiği hastayı görünce doktor sevinir ve sorar:
-Dede nasılsm, ciğerlerin nasıl?
-Pek iyi değil oğlum! der yaşlı dede. Bunun üzerine doktor dedeyi muayene eder ve sorar:
-Dede! Ben sana 3 paketen fazla sigara içme demedim mi? Bunun üzerine dede cevap verir:
-Dediğin gibi üç paketen fazla içmiyorum ama bu yaştan sonra sigaraya başlamak da zor oldu yani!.
GÖRÜMCEME GEDİREM
Erzurum'da bir bayan akrabalarını ziyaret için caddede hızlı adımlarla yürümektedir.
Bir kavşağa gelince kırmızı ışık yanar. Kırmızı ışığı dikkate almayan bayan kavşaktan geçmek için yoluna devam eder.
O sırada trafik akışını kontrol eden trafik polisi bayanın kurallara uymadığını görür ve;
-Bayan! bayan! nereye gidiyorsunuz acele acele, araba çarpacak, dikkat etsene! der.
Bayan:
-Saa ne, görümceme gedirem.
HİİÇ
Adam günün yorgunluğu üzerinde, perişan bir vaziyette İETT durağında otobüs beklemektedir. Nihayet uzun bir zaman sonra beklediği güzergahın aracı gelir ve biletini attıktan sonra arka taraflara doğru ilerlemeye başlar. Bir-iki adım ilerisindeki çift kişilik koltuğun boş olanına doğru ilerler; tam oturacağı sırada engelleyici bir ses tonu onu durdurur:
- Buraya oturamazsın! Ben kimim biliyor musun?
- Kim olduğunuzu bilmeli miyim?
- Ben Yrd. Doç. falan kişiyim.
- Evet?
- Benim gibi kıdemli birinin yanına oturamazsın!
- Size bir soru sormak istiyorum. Siz Yrd. Doçentlik ünvanınızdan sonra ne olacaksınız?
- Doçent.
- Peki sonra?
- Şayet başımıza bir şey gelmezse Profesör.
- Daha sonra?
- Belki zor ama, Ordünaryus Profesör.
- Evet... Peki bu dereceden sonra?
- Hiiç...
- Ben şimdiden 'hiç'im; lütfen müsade edin yanınıza oturayım... - !!
HOCA PAPAĞAN
Adam petshopa gider, papağanların fiyatını sorar.
-"Bu papağan ne kadar?"
-"1000 euro!"
-"Peki, ne yapar?"
-"Çok güzel konuşur!" Adama birkaç papağan daha sorar:
-"2000 euro, Ingilizce de bilir; 5000 euro, 4 dil bilir vs.
-" Köşede tüyleri dökülmüş, sıradan bir papağana gözü ilişir ve sorar: -"Bu ne kadar?" Satıcı:
-"Bu 10.000 eura!" Adam şaşırır ve
-"Bunun ne özelliği var ki? Tüyleri dökük bir papağan!" der.
Satıcı cevap verir:
-"Ben de bilmiyorum ama bu gördüğün papağanların hepsi ona "Hocam der."
SINIFTA
Medeni hukuk dersinde hoca en arkada devamlı konuşan öğrenciyi ayağa kaldırarak sorar;
-"Söyle bakalım, iğfal ne demektir?" Oğrenci hiç tereddüt etmeden cevap verir:
-"Sizin şu an yaptığınız hocam!"
Şaşıran hoca:
-"Nasıl yani?" diye çıkışır. Öğrenci açıklamasını yapar:
-"Bir kimsenin bilgisizlik ve tecrübesizliğinden faydalanarak ona zarar veren davranışlarda bulunmaya iğfal denir!"
TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI
Dava: Tarihı eser kaçakçılığı.
Yer: Ağır ceza mahkemesi.
Olay: Arabanın bagajında Roma dönemi büstler yakalanmıştır.
"-Anlat bakalım Osman?"
"-Tarlamı sürerken bu kafaları buldum hakim bey, tam müzeye teslim etmek üzere yola çıkmıştım ki tutuklandım. Môsumum hakim bey, tahliyemi isterim!"
-"Osmannnn, Osmannnnnnn! Hatay'da bulduğun kafaları neden İstanbul'daki müzeye teslim etmeye çalışıyorsun Osmannnnnnnn!"
1940'LARDAN AKTARILAN BİR ANI
Yaşlıca bir Rum kadıncağız sanık kürsüsünde durmaktadır. Duruşma uzadıkça uzar. Kadıncağız şişmanlığı ve yaşı sebebiyle tanık kürsüsüne yaslanıp belini büker, ağırlığını bir tarafa vererek durur. Hakim seslenir:
-"Hanım! Düzgün dur!" Sertliğiyle bilinen bir hakimdir. 5 dakika sonra kadncağız dikilmekten yine yorulur, bu sefer ağırlığı öbür tarafa vererek bükük durur. Hakim yine Çıkışır:
-"Hanım! Düzgün dur!"
Kadıncağız tekrar toparlanır. Bu olay birkaç kere tekrarlar. En sonunda hakim yine:
-"Hanım! Düzgün dur!" deyince kadıncağız dayanamaz ve :
-"Aaa yeter bea! Mahkeme mi yapıyoruz, fotoğraf mi çektiriyoruz?" der.
MAHKEMEDE
Hakim sorar:
-"Müvekkiliniz neden boşanmak istiyor avukat hanım?"
-"Karşı tarafla aralarında düşünce farklılıklarından kaynaklanan şiddetli geçimsizlik bulunuyor sayın hakim!" Hakim cevap verir:
-Tabii, biri Aristo; diğeri Descartes çünkü!
İŞSİZ GAZETECİLERE İŞ
Kriz döneminde iki gazeteci işsiz kalmış, Almanya'ya gitmişler. Harçlık olmayınca ne yapacaklar? Ne iş bulsalar yapacaklar. Bir çiftlikte iş bulmuşlar. Çiftlik sahibi
-"Bu gübreyi atacaksınız!" İş 10 günlük işmiş. Çalışkan arkadaşlarımız işi 2 günde bitirmişler, paralarını almışlar. Patronun hoşuna gitmiş;
-"Bu tamam, size başka iş vereceğim!" demiş. Bu sefer tavuk çiftliğine gitmişler, bant varmış, yumurtalar bantın üzerinde kayıyor.
-"İrisini buraya, küçüğünü buraya, iyisi buraya, kötüsü buraya, bu düğmeye bastığınız zaman da bant çalışır." demiş.
-"Tamam!" demişler.
Patron gittikten sonra banta basmışlar, bant çalışmaya başlamış ama bunlar şaşırmışlar. Hangisi iri, hangisi küçük, hangisi kötü, hangisi iyi ayırmayı unutunca hepsi düşüp yere kırılmış. Patron gelmiş, yumurtaların hepsinin kırıldığını görünce kızmış.
-"Ne yaptınız siz, ne iş yapıyordunuz ülkenizde?" diye sormuş.
Bizimkilerden biri :
-"Gazeteciyim!" demiş.
Diğeri :
-"Ben de!" demiş.
O zaman çiftlik sahibi cevabı oturtmuş:
-"Iyiyi kötüyü, küçüğü büyüğü bilmezseniz sadece pislik atarsanız!"
TEMEL ASANSÖRDE
Temel bir gün oteldeki asansöre binmiş. Orada bekliyormuş.
Asansörün içindeki tabelada
-Asansör 4 kişiliktir, yazıyormuş.
Otel sorumlusu, Temel'in asansörde beklemekte olduğunu görür.
Temel'e neden beklediğini sorunca cevap çok ilginçtir:
-Asansör 4 kişilik ya... Diğer 3 kişiyu bekleyrum da.
TEMEL KIRTASİYECİDE
Temel kırtasiyeye girmiş, tezgahtara:
-Pana pir roman lôzum! demiş.
Tezgôhtarı sormuş:
-Efendim! Ağır mı olsun, hafif mi?
Temel atılmış:
-Farketmez, nasul olsa arabam dışarudadur!.
TEMEL ASKERDE
Temel askerliğini yapıyormuş. Bölükte 40 ere izin vermişler. Geç kalırlarsa çadır hapsi var, ancak iyi bir mazeretleri olursa affedilecekler. 40 kişiden 39'u da geç kalmış, hep aynı mazeret;
-Atla istasyona celeydum. At çatladi, tren kaçtı, geç kaldum!
Derken kırkıncı da tamamlanmış, Temele sıra gelmiş.
-Senin de mi atın çatladı? diye sormuşlar.
-Hayır! demiş Temel, Yoldaki 39 at leşini geçemedum!.
TEMEL DENİZDE
Temelin küçük takası on kişilik tayfasıyla Karadeniz'in engin sularında yol almaktadır.
Temel tayfalarını yanına çağırır. Onlara şöyle der:
-Uyy uşaklar! Ha purada pi teneke altinumuz olsa idu ne ederduk?
Uşaklar:
-Uyyy paylaşirduk onlari.
Temel teklifi kabul eder ve altınları paylaştırmaya başlar:
-Uyy... 15 altin bağa, pi altin size, 15 altın bağa, pi altin size ...
Tayfalar buna itiraz ederler ve aralarında müthiş bir kavga başlar. Kıyasıya dövüşürler. Neden sonra Rize'ye geldiklerinde durumu mahkemeye intikal ettirirler. Mahkemede yargıç olayı anlattırır. Hem Temel, hem de tayfaları olduğu gibi olayı anlatırlar. Bunun üzerine yargıç:
-Peki, getirin altınları! dediğinde
Hepsi bir ağızdan cevaplarlar:
-Uyy haçim bey, pizum altinumuz falan yok! Olacağinu farz edeyduk!
TEMEL İLE DURSUN
Temel'le Dursun iki tane at almışlar. Fakat devamlı karıştırıyorlarmış. Hangisi kimin atı belli değil. Temel'in aklına parlak bir fıkir gelmiş ve atın birisinin kuyruğunu kesmiş. Dursun ona inat o da diğer atın kuyruğunu kesmiş. Temel bu sefer atın bir tanesine boyayla işaret koymuş. Dursun ona inat diğer atın aynı yerine aynı boyayla işaret koymuş. Temel bakmış böyle olmuyor, Dursun'a bir açıklamada bulunmuş.
-En iyisi beyaz at benimki siyah at da seninki olsun! demiş.
KEKEME
Kekemenin biri bir gün Beşiktaş'ta kekeme okulunu ararken okulun yerini bulamamış, en yakınındakı bir bakkala girip
-KakakakarrdeşHH, bubububurraaalarrrrdaddadadad bbbi kekekemememe okukukukuluuu varmış, nenenenerededede bibibiliyor musususun? diye sormuş.
Bakkal cevap vermiş:
-Okulun yerini bilmiyorum ama kardeşim, senin okula hiç ihtiyacm yok! Bence gayet iyi kekeliyorsun!.
TEMEL İLE OĞLU
Temel Anadolu Lisesi sınavına hazırlanmakta olan oğlu Dursun'a sormuş:
-Söyle pakayum Tursun, su kaç terecede kaynayi?
Dursun biraz düşündükten sonra cevaplamış:
-Toksan terecede ...
Bunun üzerine Temel oğluna yeni birşey öğretme hazzıyla düzeltmiş cevabı:
-Pilemedun, toksan terecede tik açı kaynayi.
TEMELCİK OKULDA
Temelcik öğretmenine sorar:
-Tünyamuz pi cün yok olacak mi?
-Evet yavrum!
-Peçi uçan uçaklar nereye inecek?
TEMEL DOKTORDA
Temel'e bir işe girmek için sağlık raporu lôzım olmuş. Gitmiş tam teşekküllü bir hastaneye.
Muayene esnasında doktor sormuş:
-Kulaklarınızdan ya da burnunuzdan bir şikôyetiniz var mı?
-He ya!, demiş Temel; Özellikle fanilamu çikarurken çok zorlanayrum!
TEMEL İNGİLİZCE ÖĞRENİYOR
Temel İngilizce öğrenmek için dershaneye yazılmış. İlk derste,
"Come!, yani Gel" demeyi öğretiyorlarmış.
Temel öğretmene sormuş:
-Pu nasil iştur? Come yazaysun, kam okuysun, peçi cel olduğuni nereden anlaysun?"
TEMEL SINAVDA
Stadyumda sınav Trabzon'un en zengininin oğlu olan Temel matematik dersinden hep çakıyormuş. Hocası son sınavı tezahüratla ona moral verilsin diye Avni Aker Stadı'nda yapmaya karar vermiş. Stad tıklim tıklım doluymuş. İzleyenler Temel'e müthiş tezahürat yapıyorlarmış. Hocası
-Kolay bir soruyla başlayayım! demiş ve
-2 kere 2 kaç eder? diye sormuş.
Temel düşünmüş, düşünmüş ve
- 4 eder ! demiş.
Statta derin bir sessizlik olmuş. Ardından bütün stad hep bir ağızdan yalvarmış:
-Hocam! Pi şans daha!
SIRAYA GİR
Temel nefes nefese Haydarpaşa'da tren garına gelmiş. Bilet satan memur gazete okuyormuş. Parayı uzatmış:
-Postançıya pi pilet!
Gişe memuru başını kaldırmadan
-Sıraya gir!" demiş.
Temel sağına soluna bakmış, kendinden başkası yok. Bir daha parayı uzatmış:
-Hemşerum! Postancıya pi pilet! demiş.
Cevap aynı:
-Sıraya gir!
Temel darlanmış, kafasını gişeden içeri sokarak bağırmış:
-Hemşerum! Postancıya pi pilet daa!
Memur yine başını kaldırmadan
-Sıraya gir!" der demez
Temel yumruğu patlatmış. Memur neye uğradığını şaşırmış,
-Ne vuruyorsun kardeş; demiş.
Temel cevabı oturtmuş:
-Ben mi? Ha pu kadar kalabalikta penum vurduğimi nereden çikararayisun?
BAYRAM NAMAZI
Temel'in birgün annesi vefat etmiş. Herkes saf tutarken cemaatin arkasında bekliyormuş. İçlerinden biri sormuş:
-Temel! Ananin cenaze namazini kilmican mi?
Temel
-Haçen pen çenaze namazi kilmayi bilmiyom! demiş.
Aradan bir hafta geçmiş, bu sefer Temel'in kaynanası ölmüş. Bakmışlar ki, Temel en ön safta. Bunu gören cemaat merak edip sormuş:
-Ula Temel! Hani sen cenaze namazi kHmayi bilmeyidun?
Temel cevap vermiş:
-Haçen bu çenaze namazi değil ki, payram namazidur da!
BU FIKRAYI DUYMADINIZ
Trabzon'da bir grup çok ağaç kesebilmek için Amerika'dan motorlu testere getirtmeye karar vermişler. Gerekli bağlantılar kurulduktan sonra para ödenmiş ve birkaç tane elektrikli testere alınmış. Garanti kôğıdında da günde en az 500 ağaç keseceği belirtiliyormuş. Her neyse, bizimkiler koyulmuşlar işe. Akşam olduğunda en fazla ağaç kesen Temel'miş ve sadece 50 ağaç kesmiş, herkes şaşırmış. Sonraki gün Temel zorlayarak sayıyı 100'e çıkarmış. Daha ertesi gün akşam Temel yerinden kalkamaz hale gelmiş ama sadece 150 ağaç kesebilmiş. Artık bizimkiler Amerika'dan bir yetkili çağırmaya karar vermişler. Yetkili gelmiş ve birlikte ormana gitmişler. Amerikalı motorun ipini çekip çalıştırmış ve çıkan ses üzerine bizimkiler hep bir ağızdan bağırmışlar:
-Uyy o ne daa?
KARADENİZLİ ÖĞRETMEN
Dilbilgisi dersinde Karadenizli öğretmen Erzurumlu öğrencisini sözlüye kaldırır ve şu soruyu yöneltir:
-Pakmak fiilinin çekiminu yap pakalum ...
Erzurumlu öğrenci hemen atılır:
-Bakirem, bakirsen, bakir ...
Öğretmen öğrencisinin bu cevabı karşısında kızmış:
-Uy diluni eşşekarisu soksin! Öyle mi denur daa?
Onun aslu pöyledur:
-Pakayrum, pakaysun, pakayi ...
KARADENİZLİ GARDİYAN
Karadenizli hapishanede gardiyanlık görevi yapıyormuş. Mahkumlardan biri ağır hastalığa yakalanmış. Onu hastaneye götürmüş Karadenizli gardiyan. Doktor onu ameliyat edip bir bacağını kesmiş. Hasta taburcu olunca yeniden hapishaneye döner.
Aynı mahkum bir gün yine ağır hasta olarak Karadenizli gardiyan tarafından hastaneye götürülür. Hastanın diğer bacağı kesilir. Mahkum hastaneden taburcu olur tekrar hapisaneye döner. Daha sonra aynı şekilde bir de kolu kesilir.
Mahkum uzun yıllar mahkumiyeti olduğundan hapishaneden bir türlü çıkamamış ve yine hastalanmış. Karadenizli gardiyana demiş ki "beni doktora yetiştir, ölüyorum" demiş. Gardiyan:
-Yooo götüremem. Sen bu gidişle parça parça hapishaneden kaçaysun, demiş.
KISACA SÜPHANEKE
Karadenizli Öğretmen öğrencileri Din Dersinden sözlü sınavı yapmaktadır. İlk öğrenci tahtaya kalkar.
Öğretmen:
-Senin adın ne kızım ?
-Kevser, Öğretmenim.
-Pekala sen Kevser Süresini oku bakalım.
Öğrenci duayı okur ve öğretmenden aferin alır. İkinci öğrenci kalkar tahtaya. Öğretmen:
-Senin adın ne oğlum?
-Fatih, öğretmenim.
Peki sen de Fatiha suresini oku, der.
Öğrenci Fatiha Suresini okur ve öğretmenden beğeni kazanır. Yerine oturur. Öğretmen üçüncü öğrenciye de önce ismini sorar. Öğrenci;
- Benim adım Yasin. Ama öğretmenim bana kısaca Sübhaneke derler.
KUŞBALASI GİBİ DİPDİRİ
Bir kış günüdür. Kars'ın bir köyünden genç bir çiftin bebekleri hastalanır.
Şehire doktora götürürler. Çocuk doktoru bebeği muayene eder.
-Bu çocuk kuşpalazı-difteri olmuş, der.
Reçetesini yazar ve köyüne gönderir. Köye varınca komşuları:
-Neyi varmış bebeğinizin, geçmiş olsun derler.
Anne:
-Bir şeyi yok, kuşbalası (kuş yavrusu) gibi dipdiri, dedi doktor.
LAZER YAZICI
Komutan emir erini çağırmış:
- "Bana çabuk bir lazer yazıcı bul getir."
- "Emredersin komutanım." Bir saat sonra emir eri yanında başka bir er ile gelmiş.
- "Lazer yazıcıyı getirdim komutanım."
- "Hani nerde lan?"
- "Komutanım bu arkadaş laz bir erdir ve bizim bölükte yazıcıdır!"
- "Ulan iyi ki, scanner istememişiz be!"
MALATYA NEDEN 44
Turgut Özal birgün Istanbur'da, Pera Palas'ta "hemşehrileriyle birlikteymiş. Onlarla Malatya'yı konuşuyor, sorular soruyormuş. Malatya Eğitim Vakfı Başkanı Prof. Dr. Mesut Parlak (şimdi Istanbul Universitesi Rektörü) da oradaymlş.
-Sayın Cumhurbaşkanım! demiş, "Hep siz soruyorsunuz. İzin verirseniz ben de size bir soru soracağım?"
-Sor bakalım Mesut Hoca!
-Efendim, Malatya'nın plakası neden 44
-Hoca, senin soru da çok kolaymış. Neden olacak? Şehirlerin plakaları alfabetik sıraya göre veriliyor. Malatya'nın da sırası 44 olduğundan.
-Sadece ondan dolayı değil sayın Cumhurbaşkanım! Malatya'ya 44 numaranın verilmesinin bir gerekçesi daha mevcut Malatya 'dört dörtlük' bir şehir olduğu için plakası da "dört dört" Görüyor musunuz sayın Cumhurbaşkanım? Sizin de bilmediğiniz şey varmış!
Özal basmış kahkahayı. Ve Mesut Hoca'nın bu esprisini de ölene kadar kullanmış.
PARAYI UZATIVER EVLADIM
Birgün Sarıyer-Taksim minübüsündeyim.
Arka koltuktan para uzatıyorlar.
Yanımda iki genç çocuk oturuyor. Yaşlı bir teyze de para verdi:
-Evlôdım! Şu parayı uzatır mısın? Bir Zincirlikuyu! dedi.
Çocuk parayı aldı, biraz çekti, buruşturdu ve kadına geri verdi.
Hadisenin farkında olmayan yaşlı teyze
-Ne var oğlum? dediğinde çocuğun cevabı gayet netti:
-Teyze! Bu para uzamıyor!
Minibüstekilerin halini görmeliydiniz!
PARÇA PARÇA KAÇMAK
2. Dünya Savaşı sırasında bir İngiliz pilot Almanya üzerinde düşürülür. Almanlar bunu esir alırlar ama İngiliz'in bir bacağı ve iki kolu kangren olmuştur. İlk önce bacağı keserler. İngiliz, Almanlar'dan bu bacağı ana vatanı olan İngiltere'ye atmalarını ister. Almanlar atar. Sonra İngiliz'in kolu kesilir, İngiliz yine aynı dilekte bulunur ve Almanlar da yerine getirirler. Bu sefer de Almanlar öteki kolu keserler. İngiliz her zamanki gibi Almanlar'dan kolu anavatanına atmalarını ister.
Fakat Almanlar bu kez :
-"Olmaz!" derler.
İngiliz sebebini sorunca şöyle cevaplarlar:
-"Galiba parça parça kaçmaya çalışıyorsun!"
TIP ÖĞRENCİLERİ DERSTE
Hocaları Tıp öğrencilerine öğüt veriyormuş.
-Çocuklar! iyi doktor olmak için iki konu çok önemlidir. Birincisi dikkatli olacaksınız. İkincisi ise tiksinmiyeceksiniz.
Öğrenciler "biz dikkatliyiz ve de tiksinmeyiz" diye hep birlikte hocalarına cevap vermişler. hoca bir kab içinde idrar getirtir. Parmağını idrara batırıp ağzına götürür.
-Hadi bunu yapın bakalım der.
Çocuklar çaresiz parmaklarını idrara batırıp, ağızlarına götürürler. Sonunda idrar biter. Öğrenciler:
-Efendim inandınız mı? der. Hoca:
-Tiksinmediğiniz belli ama, dikkatli değilsiniz. Çünkü; ben işaret parmağımı idrara sokup, orta parmağımı ağzıma götürmüştüm...
YAŞANMIŞ MUAVİN FIKRASI
Isparta otogarında şoförlerle sohbet ederken şöyle bir anı anlattı muavin Süleyman:
-Otobüsle İstanbul'a yolcu götürdük. Otobüs İstanbul otogarına girdi. Yolcular birer birer otobüsten indi. Otobüs boşaldı. Ben otobüsün içini temizledim. Yol boyunca biriken çöpleri de otobüsün yanına bıraktım. Çöpler orada beklerken zabıta görevlisi geldi. Ben de o sırada otobüsün içini düzenliyordum. Zabıta otobüsün içine girdi ve bana:
-"Bu çöpleri neden çöp bidonuna atmadın da buraya bıraktın. Sen cezayı hak ettin" dedi.
Ben de hemen atağa geçtim:
-"Vay şerefsiz, görgüsüz muavin. Demek buraya bırakıp kaçmış çöplerini ha. O kadar da söyledim bunları buraya bırakma, zabıtalar gelir kızar diye. Demek gene de bırakmış ha. Ben hemen atıvereyim onları abi." dedim.
-"Çöpleri kucakladığım gibi çöp bidonuna götürüp attım."
Örnek: 1)
Deli deli aktığın için
Sıcak bir yaz günü, Nasreddin Hoca yolculuğa çıkmış. Yol kenarındaki hayrat çeşmeden su içip, elini yüzünü yıkayıp biraz serinlemek ve Abdest tazelemek istemiş. Bakmış ki çeşmenin borusuna bir odun parçası tıkalı. Odun ıslanıp şiştiğinden yerinden kolay çıkmıyor. Hoca epeyce uğraşmış, tıkaçı kuvvetle çekerek çıkarmış. Kenara çekilmesine fırsat kalmadan, tazyikli bir şekilde borudan fışkıran su elbiselerini ıslatmış. Hoca çeşmeye şöyle bir bakarak söylenmiş;
- “Anlaşıldı, anlaşıldııı! O kazığı böyle deli dolu aktığın için ağzına tıkamışlar!”
Örnek: 2)
Nasıl anlaşılıyor?
Afrika’dan yeni dönmüş birisi, oralarda kavurucu sıcaklar yüzünden insanların çırılçıplak gezdiklerini anlatıyormuş. Hoca sözünü kesmiş:
- “Pekii, oradakilerin hanımefendi mi, bey efendi mi (insan) oldukları nasıl anlaşılıyor ?”
Örnek: 3)
Kızına hoca bulacağına
Bir gün Nasreddin Hoca’ya komşu kadınlardan biri,
- “Hoca efendi” demiş, “bizim deli kıza muska mı yazarsın, nefes mi edersin, ne yapacaksan yapsan da biraz akıllansa… Hiç sözümü dinlemiyor, densizlik edip duruyor.”
- “Hanım” demiş, Hoca: “Sen kızına hoca bulacağına koca bul. Bak o zaman nasıl mum gibi olur!”
Örnek: 4)
Arkadaşlık Üzerine
Bugünkü çok değerli yazımızda takdir edersiniz ki son derece önemli bir konuya değineceğim: Arkadaşlık dünyasına! Bu son derece korkunç konuda yazmaya başlamadan önce dostluk ve arkadaşlık arasındaki farklara değinmeyeceğimi de ısrarla belirtmek isterim sevgili dostlar.
Benim için dost ile arkadaş aynı şeylerdir zira. Bir insan dost olmadığı biriyle arkadaş olmamalı kanımca sevgili arkaaşlar. Çünkü bu ayıptır, içten pazarlıktır, terrrbiyesizliktir, şerrrefsizliktir, aşşşağılık bir harekettir. Şaka şaka sevgili okur. Mübalağa etmemdeki sebep öncelikle şimşekleri üzerime çekip bütün adrenalinizi toplayarak dikkatinizi yoğunlaştırmaktır.
Efendim, dün tanıdığım en enteresan insanlardan biriyle eşine az rastlanır bir gün daha geçirdim. Zaten onunla geçirilen her günün bir benzeri daha yoktur. Sizi kıskandırmamak için kim olduğunu söylemeyeceğim. Ancak onun arkadaşlık anlayışını hazmetmek de her babayiğidin harcı değildir. Mesela dün telefondaki bir arkadaşına yaptığı şakayı duyunca ‘Eyvah dedim, adam ya intihar edecek ya bir daha gün yüzü görmeyecek.’
Dedi ki, “İstersen sen de bize katıl. Ne, önce spora gidip oradan da erkenden yatman mı gerek?! Sen eğer Kızılderili olsaydın adın ne olurdu biliyor musun; Mazbut Köpek”dedi.Telefonu kapatınca bunu duyduğunda nasıl davrandığını sordum, “Galiba biraz alındı”dedi. Ama ben şahidim, hakikaten tamamen samimiyet, sevgi ve makara olsun diye söylenmiş bir laftı.
Arkadaşlar arası samimiyetin çok sert olması gerektiğine inanırım. Mesela Denizle birbirimizi hep’salak’diye çağırırız. Elbette bu hiç de hoş bir şey değil. Ama salaaaak. Şaka şaka tabii ki salak değil, o bana daha fena salak diyor diye küçük ve tatlı bir intikamdı.
Biz mesela birbirimize salak deyince çok mutlu oluyoruz. Bir insanın en büyük vazifelerinden biri de, kendisine kötü söz söyleyen bir arkadaşına sevinmek ve boynuna sarılmak olmalıdır.
Eğer taraflardan biri alıngan bir dönem geçiriyorsa, o alıngan dönemiyle de alay etmeliyiz. Mesela geçen gün Deniz bana ‘kahve falına konsantre olmuyorsun ve sen zaten hep böylesindir‘ dediği için çok alınıp içime kapandım ve ortama son derece samimiyetsiz bir hava yayıldı. Bu havayı kırmak da epey bir vaktini alıyor insanın. İstiyorum ki, bir an önce ortam rahatlasın, samimi olup birbirimize kızdığımız şeyleri söyleyelim, gerekirse, evet gerekirse küfür edelim ama küfürden daha beter olan soğukluk duygusunu alt edelim. Bu çok yıpratıcı bir şey zira.
Bakınız hayat kısa. Ne zaman ne olacağı belli olmuyor. Belki size saçma bir örnek gibi gelecek ama tarih ne kadar haklı olduğumu bir gün ispatlayacaktır. Toprak ailesinin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor sevgili okur. Bundan bir hafta önce iki oğlu akıl sağlığı yerinde değil diye babalarının mal varlıklarına el koymak istedi. Daha sonra çok sayıda kızı “Kardeşlerimiz yalan söylüyor, babamız son derece sağlıklı” dedi ama aradan birkaç gün geçmeden 70 yaşında adam 17 yaşında bir kız çocuğuyla evlenince bu kez kızları da sinirlendi. Yani akıl sağlığı yerindeyse o kadar da demedik dediler. Yani bu örneği şu yüzden verdim; hayat kısa. Üstelik yaşlandıkça insan kafayı sıyırabiliyor.
Siz siz olun, yaşlılıktan kafayı yarmadan önce arkadaşlıklarınızın ve dostluklarınızın değerini bilin. Öyle afedersiniz osuruktan hemen soğuk algınlığı geçirip de ortamı soğutmayın. İki dakka ağır laf kaldırın.
Ama arkadaşlarınız ve dostlarınızdan. Öyle tanımadığınız birinin ağır lafını da kaldırmayın. Hatta, size ağır şakalar yapan arkadaşlarınızla birlik olup o insana baskı kurun. Bakın o zaman o da birden bire nasıl da samimi bir arkadaş haline gelecektir. İşte arkadaşın kelime manasına geldik nihayet! Sırt sırta verebiliyorsan, sırıt sırıtabildiğin kadar. Bu pekiştirici ve bağdaştırıcı yazımız size Ördek suya vırt demiş gibi gelmesin. Eğer öyle gelirse başa sarıp tekrar okuyun. Samimi söylüyorum. Bu çok önemli bir konu. Yemin ederim. Valla billa.
Ayça Şen
Radikal, 6 Ağustos 2009.
Örnek: 5)
Allah’ın belâsı hükümdarsınız.
Timur han, Anadolu’yu işgal ettiğinde halka büyük zulüm etmiş, evlerini tarlalarını yakıp yıkmış, birçok kişiyi öldürmüş zalim bir Moğol’dur.
Akşehir’e yerleştiğinde, şehrin ileri gelenlerinden on beş kişiyi çağırtmış. Tek tek yanına almış ve;
- “Ben adil miyim, zalim miyim?” diye sormuş.
“Adilsin” diyeni de, “zalimsin” diyeni de öldürtmüş.
Ertesi gün tekrar on beş kişi göndermelerini Akşehirlilere emretmiş. Büyük bir korkuya kapılmışlar. Nasreddin Hoca’ya koşmuşlar. Giden heyette bulunması için kendisini ikna etmişler. Heyet Timur Han’ın huzuruna varmış. Timur heyetin başındaki Nasreddin Hoca’ya sormuş:
- “Söyle bakalım Hoca efendi ! Ben adil miyim, zalim miyim ?”
Hoca hiç tereddüt etmeden ve kuvvetli bir sesle cevap vermiş :
- “Siz ne adilsiniz nede zalimsiniz. Siz yoldan çıkmış, azıtmış bu millete Allah‘ın gönderdiği büyük bir belâsınız.” demiş.
Timur Han bu cevaptan hoşlanıp heyettekileri bağışlamış.
Tarih: 2016-03-02 01:57:00 Kategori: Sözlük
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Fıkra Örnekleri Nedir
Bu Yazıda Neler Var:
Hıristiyan bir ülkede tufan olmuş. İnsanların hepsi oradan uzaklaşmış. Ülkenin başka tufan olmayan bölgelerine göç etmişler. Sadece kilisedeki papaz kiliseden ayrılmıyormuş. Nedeni ise; Kilise Tanrın'ın evidir. Tanrının kendisini koruyacağını söylüyormuş. Papaz; "Ben insanlara Tanrı yolunu öğretiyorum demiş. Bu nedenle Tanrı beni kurtarır diyormuş. Yağmurlar yağmış, seller olmuş, her yeri su basmış. Devlet yetkilileri arabayla papazı almaya gelmişler. Papaz Allah beni kurtarır demiş ve gitmemiş.
Sular iyice yükselmiş. Papaz kilisenin ikinci katına çıkmış. İnsanlar bu defa kurtarmaya botla gelmişler. Papaza: Boğulup gideceksin gel kurtaralım seni dedilerse de papaz inat etmiş gitmemekte. Allah beni kurtarır demiş tekrar.
Sular yükselmeye devam etmiş. Papaz kilisenin en yüksek yerine çıkmış. Bu defa helikopterle gelmişler papazı kurtarmaya. Papaz bir kere inat etmiş ya; Tanrı beni kurtarır, ben Tanrıya güveniyorum demiş. Gitmemiş. Sular daha da yükselmiş. Papaz gidecek ve tutunacak yer bulamadığı için sularda boğulmuş gitmiş. Papaz ölünce öteki dünyada Tanrıya yakınmış: Ben sana çok güvendim kurtaracaksın diye. Ama bütün ümitlerim boşa çıktı. Benim canımı aldın sular altında demiş. Tanrı da Ben sana üç şans verdim. Sen aklını kullanamadın ben ne yapayım" demiş.
İNGİLİZ, AMERİKAN ve TÜRK LİDERLERİ
İngiltere başbakanı, Amerikan Başkanı ve Türkiye Başbakanı biraraya gelmiş sohbet ediyorlarmış. Konu da ekonomi ve işçi ücretleri üzerineymiş. Sözü ilk olarak Amerikan Başkanı almış;
- Ben çalışan vatandaşıma ayda 4000 dolar dolar veririm. Bu paranın 2000 dolarını harcar, 2000 dolarını ne yapar bilmem.
İngiliz lider de şöyle demiş;
- Ben çalışan vatandaşıma ayda 2000 EURA veririm. Bu parayla rahatça geçinir. Eğlenceye nerden para bulur bilemem.
Türkiye Başbakanı alır sözü ve;
- Ben çalışan vatandaşıma ayda 450 YTL veriyorum. Türkiyede geçinebilmek için 1000 YTL gereklidir. 1000 YTL'nin 550 YTL'sini nerden bulur bilemem.
BANKACILAR
Yaşlı çift evliliklerinin kırkıncı yıl dönümünde paraya kıymışlar, Avusturalya'da tatil yapmaya karar vermişlerdi.Uçağın penceresinden saatlerdir okyanusu seyrediyorlardı.
Sessizliği pilotun anonsu bozdu:"Sayın yolcularımız! Korkarım size kötü bir haberim var. Motorlarımızdan biri sustu, diğeri de susmak üzere. Acil iniş yapmak zorundayız."
"Neyse ki altımızda haritada görülmeyen bir ada var ve sahiline inmeye çalışacağız."
"Bunu başarabilirsek tek sorunumuz bizi bulabilmeleri için dua etmek olacak."
Uçak minik adanın kumsalına başarılı bir iniş yaptı, kimsenin burnu kanamadı.
Uzun bir rahatlama sessizliğinden sonra adam karısının ellerini tuttu,gözlerine endişeyle baktı;
"Mona, bu ayki kredi kartı borcunu ödemiş miydin?" "Hayır sevgilim,unutmuşum. Kızdın mı?"
Adam endişeyle yine sordu: "Araba kredisinin taksitini ödemiş miydin?" "Özür dilerim canım, onu da ödememiştim."
Yaşlı adam karısının ellerini bıraktı ve kırk yıldır yapmadığı şekilde ona sıkı sıkıya sarıldı. "Aferin". Karısı şaşkın, korkarak sordu. "İyi misin tatlım?"
"Hiç olmadığım kadar. Çünkü bankacılar bizi kesin bulur!"
ACEMİ ASKER
Askerliğe yeni başlamış bir er çavuşunun yanına giderek:
-Efendim, çorbada kum vardı! dedi.
Çavuş kaşlarını çatarak
-Ne olmuş yani? Buraya yemek beğenmeye değil, vatan toprağını korumaya geldiniz. Bir daha böyle bir şikayet istemem! dedi. Erin cevabı hazırdı:
-Evet ama komutanım! Biz buraya vatan toprağını yemeye de gelmedik!
AKIL HASTANESİNDE
Akıl hastanesinde doktor iki hastasına:
-Şu dolabı beraber yukarı çıkarın! dedi.
Biraz sonra hastalardan birinin dolabı omuzlamış, oflaya puflaya yukarı çıkardığını gördü:
-Oğlum, hani diğer arkadaşın? Ben size dolabı beraber taşıyın demiştim!
-Arkadaşım dolabın içinde rafları taşıyor doktor bey!
AKLI GELİŞTİRİR
Yolculuk sırasında mola vermek isteyen yaşlı bir adam, bir hana girdi. Bu sırada hana bir başka yolcu daha girdi ve ikisi birden hancıdan yiyecek bir şeyler istediler. Fakat hancı yiyecek olarak yalnızca bir balık olduğunu söyledi ve bunu paylaşmalarını önerdi.
Bunun üzerine yaşlı adam, hancıya,
-"Ben balığın yalnızca başını yiyeceğim" dedi.
Hancı bunun nedenini sordu.
Yaşlı adam da,
-"Balık başı zekayı artırır, balık başı yiyen insan akıllı olur" dedi.
Bunun üzerine öteki yolcu hemen atıldı ve yaşlı adama:
-"Balık başını niye sen yiyeceksin, ben yemek istiyorum" dedi.
Yaşlı adam da itiraz etmedi ve balığın koca gövdesini yedi ve bir güzel karnını doyurdu.
Öteki yolcu ise yalnızca balığın başını yedi ve sonra yaşlı adama seslendi:
-"Sen koca gövdeyi yedin karnını doyurdun ben yalnızca kafayı yedim aç kaldım" dedi.
Yaşlı adam da bu sözlere şöyle karşılık verdi:
-"Bak nasıl akıllandın."
AZERİ DOKTOR İŞBAŞINDA
Bir okurdan gelen bir bilicilik iletisini de aktaralım. Cumhurbaşkanı'nın veto ettiği , Türkiye'de yabancı doktorların çalışmasına ilişkin tasarının yasalaşması sonrasına ilişkin bir öngörü:
Doktor Azeri olunca:
-Gelesen!
-Selam doktor bey!
-Salam...Sabahın hayır! (Selam iyi sabahlar)
-Ne salamı? Kızımı muayeneye getirdim.
-Gızım, sen yahşi birine ohşayırsan! (Kızım sen iyi birine benziyorsun)
-Neee! Kızım kimi okşuyormuş?
-Vallahi kimseyi okşamıyorum baba!
-Sus kız! Koskoca doktor yalan mı söyleyecek? Ellerindeki pişikten anladı herhalde!
-Pişik ele degel kucağa yaraşır! (Kedi ellenmemeli, kucağa alınmalı!)
-Doktor sen ne diyorsun yaa?
-Siz haradan gelisiz? (Siz nereden geliyorsunuz?)
-Biz at mıyız haradan gelecek? Doktor, ağzını topla!
-Gızım soyunasan, sırtına gulag asmak isterem. (Kızım soyun da sırtını dinleyelim.)
-Baba yaa... bu adam kimin kulağını sırtıma asacak?
Men indi gızına dayandıraaram. Maragım gabardı. Neçe ağlarsan? (Ben şimdi kızınızı durdururum. Merak ettim. Neye ağlarsın?
-Baba ne diyor bu?
-Ağlamasan balam. Baban yaşlıdır, dözebilamaz. (Ağlama çocuğum, baban yaşlıdır, dayanamaz.)
-Gızım sen karhanede çalışırsaan! (Kızım sen fabrikada mı çalışıyorsun?)
-Lan p... doktor... (küüüüüüüüt....)
-Özümü itirdim,
Dağlara gar düşende,
Bülbüle gam düşende,
Ruhun bedenden oynar
Gözüme yumruk gelende...
14 mart Tıp Bayramı yabancı hekimsiz kutlu, 23 mart meteoroloji günü kar yağışlı olsun.
AZERİ HAMAMDA
Azeri nin biri hamamı çok severmiş. Kalkmış bir gün hamama gitmiş. Güzelce yıkanmış. Göbek taşında yatmış. Sonra çıkmış dışarıda bir müddet uzanmış. Bir de limonlu çay içmiş. Sonra kurulanıp üzerini giymiş. Kasaya doğru yürümüş. Elini cüzdanına atmış. Cüzdan yok. Hamamcıya cüzdanının çalındığını söylemiş.
Hamamcı buna çok kızmış,
- biz hırsız mıyız diye.
Hamamcı ve adamları, adamı güzel bir dövmüşler.
Aradan bir iki ay geçmiş. Bizimki yine kalkmış gitmiş hamama. Yine yıkanmış. Keyif etmiş sonra çıkmış. Bir süre soyunma odasında uzandıktan sonra kurulanmış. Elbiselerini giymek için askıya bakmış. Bir de ne görsün. Sadece bir kemer kalmış. Bizimki kara kara düşünmeye başlamış. Hamamcıya söylese yine dayak yiyecek. Neyse kemeri beline bağlamış. Korka korka kasaya doğru yaklaşmış. Elbiselerinin çalındığını direk söyleyememiş. Demiş ki:
-Aya hele bak! Men burya bele mi gelmiştim?
BÜYÜK BEBEK
Laz ın biri Ankara'da bir barda içerken cep telefonu çalmış, telefonunu açmış, bir o kulağına bir bu kulağına götürürken sevinçle bardaki herkese içki ısmarlamış. Sonra da çevresindekilere karısının 15 kg lık tipik bir laz bebeği doğurduğunu söylemiş. Bardaki hiç kimse bir bebeğin 15 kg. gelebileceğine inanmamış ama laz inat etmiş.
-"Dediğim gibi,bizim oralarda ortalama bebek kilosu budur. Benimki de tipik bir laz bebeği?
Dört bir yandan tebrikler yağmış; bardaki herkes lazı kutlamış..İki hafta sonra laz tekrar bara uğramış. Barmen adamı tanımış ve sormuş
-''Sen şu 15 kg doğan bebeğin babası değilmisin? Herkes bebeğin iki haftada kaç kilo olduğunu merak ediyor. Söyle bize, bebek kaç kilo?"
Baba gururla cevap vermiş,
-"10 kg."
Barmen şaşırmış ve meraklanmış.
-"Ne oldu? Doğduğu gün zaten 15 kg.dı."
Laz baba içkisini başına dikmiş, ıslak dudaklarını koluna silmiş ve barmene doğru eğildi ve gururla yanıtlamış;
-"Sünnet ettirdim".
ÇOCUK DEDESİYLE
Küçük çocuk dedesinin kucağında otururken birden:
Dedeciğim! Gözlerini bir yumsana! der.
-Neden yavrucuğum?
-Annem geçenlerde "Deden gözlerini bir yumsa çok zengin olacağız," diyordu da!
DANA BAŞINI NEDEN ÜÇ KEZ SALLAMIŞ
Beş arkadaş oturmuş sohbet ediyorlar. Kimi fıkra anlatıyor, kimi bilmece soruyordu. Hüseyin de bir bilmece sorar:
-"Dağın eteğinde dört inek ile bir dana otluyormuş. Günlerce aynı yerde otladıkları için dağın o yüzündeki otlar bitmiş. Ne yapalım diye düşünmeye başlamışlar. Dananın aklına parlak bir fikir gelmiş.
-Ben dağın zirvesine çıkayım. Dağın öbür yüzüne bakayım. Eğer dağın öbür yüzünde ot varsa başımı bir defa sallarım, ot yoksa iki defa sallarım." demiş. Oflaya, poflaya dağa tırmanmış dana. Dağın zirvesine vardığında şöyle bir etrafına bakınmış. Sonra, merakla haber bekleyen ineklerden tarafa dönüp başını üç defa sallamış. İnekler şaşırmış kalmışlar ve ne demek istediğini bir türlü çözememişler.
Hüseyin arkadaşlarına soruyor:
-"Dana ineklere ne demek istemiş ?"
Arkadaşları birçok cevap vermesine rağmen hiçbirinin doğru cevap olmadığını söylemiş. Son kez sorar Hüseyin:
-"Bilemediniz mi cevabı ?"
Arkadaşları hep birlikte:
-"Bilemedik, sen söyle doğru cevabı" demişler. Hüseyin de:
-"O inekler de bilememişler dananın ne demek istediğini." demiş.
DEDE DOKTORDA
75 yaşlarmda bir dede doktora gider. 3 ay önce muayene ettiği hastayı görünce doktor sevinir ve sorar:
-Dede nasılsm, ciğerlerin nasıl?
-Pek iyi değil oğlum! der yaşlı dede. Bunun üzerine doktor dedeyi muayene eder ve sorar:
-Dede! Ben sana 3 paketen fazla sigara içme demedim mi? Bunun üzerine dede cevap verir:
-Dediğin gibi üç paketen fazla içmiyorum ama bu yaştan sonra sigaraya başlamak da zor oldu yani!.
GÖRÜMCEME GEDİREM
Erzurum'da bir bayan akrabalarını ziyaret için caddede hızlı adımlarla yürümektedir.
Bir kavşağa gelince kırmızı ışık yanar. Kırmızı ışığı dikkate almayan bayan kavşaktan geçmek için yoluna devam eder.
O sırada trafik akışını kontrol eden trafik polisi bayanın kurallara uymadığını görür ve;
-Bayan! bayan! nereye gidiyorsunuz acele acele, araba çarpacak, dikkat etsene! der.
Bayan:
-Saa ne, görümceme gedirem.
HİİÇ
Adam günün yorgunluğu üzerinde, perişan bir vaziyette İETT durağında otobüs beklemektedir. Nihayet uzun bir zaman sonra beklediği güzergahın aracı gelir ve biletini attıktan sonra arka taraflara doğru ilerlemeye başlar. Bir-iki adım ilerisindeki çift kişilik koltuğun boş olanına doğru ilerler; tam oturacağı sırada engelleyici bir ses tonu onu durdurur:
- Buraya oturamazsın! Ben kimim biliyor musun?
- Kim olduğunuzu bilmeli miyim?
- Ben Yrd. Doç. falan kişiyim.
- Evet?
- Benim gibi kıdemli birinin yanına oturamazsın!
- Size bir soru sormak istiyorum. Siz Yrd. Doçentlik ünvanınızdan sonra ne olacaksınız?
- Doçent.
- Peki sonra?
- Şayet başımıza bir şey gelmezse Profesör.
- Daha sonra?
- Belki zor ama, Ordünaryus Profesör.
- Evet... Peki bu dereceden sonra?
- Hiiç...
- Ben şimdiden 'hiç'im; lütfen müsade edin yanınıza oturayım... - !!
HOCA PAPAĞAN
Adam petshopa gider, papağanların fiyatını sorar.
-"Bu papağan ne kadar?"
-"1000 euro!"
-"Peki, ne yapar?"
-"Çok güzel konuşur!" Adama birkaç papağan daha sorar:
-"2000 euro, Ingilizce de bilir; 5000 euro, 4 dil bilir vs.
-" Köşede tüyleri dökülmüş, sıradan bir papağana gözü ilişir ve sorar: -"Bu ne kadar?" Satıcı:
-"Bu 10.000 eura!" Adam şaşırır ve
-"Bunun ne özelliği var ki? Tüyleri dökük bir papağan!" der.
Satıcı cevap verir:
-"Ben de bilmiyorum ama bu gördüğün papağanların hepsi ona "Hocam der."
SINIFTA
Medeni hukuk dersinde hoca en arkada devamlı konuşan öğrenciyi ayağa kaldırarak sorar;
-"Söyle bakalım, iğfal ne demektir?" Oğrenci hiç tereddüt etmeden cevap verir:
-"Sizin şu an yaptığınız hocam!"
Şaşıran hoca:
-"Nasıl yani?" diye çıkışır. Öğrenci açıklamasını yapar:
-"Bir kimsenin bilgisizlik ve tecrübesizliğinden faydalanarak ona zarar veren davranışlarda bulunmaya iğfal denir!"
TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI
Dava: Tarihı eser kaçakçılığı.
Yer: Ağır ceza mahkemesi.
Olay: Arabanın bagajında Roma dönemi büstler yakalanmıştır.
"-Anlat bakalım Osman?"
"-Tarlamı sürerken bu kafaları buldum hakim bey, tam müzeye teslim etmek üzere yola çıkmıştım ki tutuklandım. Môsumum hakim bey, tahliyemi isterim!"
-"Osmannnn, Osmannnnnnn! Hatay'da bulduğun kafaları neden İstanbul'daki müzeye teslim etmeye çalışıyorsun Osmannnnnnnn!"
1940'LARDAN AKTARILAN BİR ANI
Yaşlıca bir Rum kadıncağız sanık kürsüsünde durmaktadır. Duruşma uzadıkça uzar. Kadıncağız şişmanlığı ve yaşı sebebiyle tanık kürsüsüne yaslanıp belini büker, ağırlığını bir tarafa vererek durur. Hakim seslenir:
-"Hanım! Düzgün dur!" Sertliğiyle bilinen bir hakimdir. 5 dakika sonra kadncağız dikilmekten yine yorulur, bu sefer ağırlığı öbür tarafa vererek bükük durur. Hakim yine Çıkışır:
-"Hanım! Düzgün dur!"
Kadıncağız tekrar toparlanır. Bu olay birkaç kere tekrarlar. En sonunda hakim yine:
-"Hanım! Düzgün dur!" deyince kadıncağız dayanamaz ve :
-"Aaa yeter bea! Mahkeme mi yapıyoruz, fotoğraf mi çektiriyoruz?" der.
MAHKEMEDE
Hakim sorar:
-"Müvekkiliniz neden boşanmak istiyor avukat hanım?"
-"Karşı tarafla aralarında düşünce farklılıklarından kaynaklanan şiddetli geçimsizlik bulunuyor sayın hakim!" Hakim cevap verir:
-Tabii, biri Aristo; diğeri Descartes çünkü!
İŞSİZ GAZETECİLERE İŞ
Kriz döneminde iki gazeteci işsiz kalmış, Almanya'ya gitmişler. Harçlık olmayınca ne yapacaklar? Ne iş bulsalar yapacaklar. Bir çiftlikte iş bulmuşlar. Çiftlik sahibi
-"Bu gübreyi atacaksınız!" İş 10 günlük işmiş. Çalışkan arkadaşlarımız işi 2 günde bitirmişler, paralarını almışlar. Patronun hoşuna gitmiş;
-"Bu tamam, size başka iş vereceğim!" demiş. Bu sefer tavuk çiftliğine gitmişler, bant varmış, yumurtalar bantın üzerinde kayıyor.
-"İrisini buraya, küçüğünü buraya, iyisi buraya, kötüsü buraya, bu düğmeye bastığınız zaman da bant çalışır." demiş.
-"Tamam!" demişler.
Patron gittikten sonra banta basmışlar, bant çalışmaya başlamış ama bunlar şaşırmışlar. Hangisi iri, hangisi küçük, hangisi kötü, hangisi iyi ayırmayı unutunca hepsi düşüp yere kırılmış. Patron gelmiş, yumurtaların hepsinin kırıldığını görünce kızmış.
-"Ne yaptınız siz, ne iş yapıyordunuz ülkenizde?" diye sormuş.
Bizimkilerden biri :
-"Gazeteciyim!" demiş.
Diğeri :
-"Ben de!" demiş.
O zaman çiftlik sahibi cevabı oturtmuş:
-"Iyiyi kötüyü, küçüğü büyüğü bilmezseniz sadece pislik atarsanız!"
TEMEL ASANSÖRDE
Temel bir gün oteldeki asansöre binmiş. Orada bekliyormuş.
Asansörün içindeki tabelada
-Asansör 4 kişiliktir, yazıyormuş.
Otel sorumlusu, Temel'in asansörde beklemekte olduğunu görür.
Temel'e neden beklediğini sorunca cevap çok ilginçtir:
-Asansör 4 kişilik ya... Diğer 3 kişiyu bekleyrum da.
TEMEL KIRTASİYECİDE
Temel kırtasiyeye girmiş, tezgahtara:
-Pana pir roman lôzum! demiş.
Tezgôhtarı sormuş:
-Efendim! Ağır mı olsun, hafif mi?
Temel atılmış:
-Farketmez, nasul olsa arabam dışarudadur!.
TEMEL ASKERDE
Temel askerliğini yapıyormuş. Bölükte 40 ere izin vermişler. Geç kalırlarsa çadır hapsi var, ancak iyi bir mazeretleri olursa affedilecekler. 40 kişiden 39'u da geç kalmış, hep aynı mazeret;
-Atla istasyona celeydum. At çatladi, tren kaçtı, geç kaldum!
Derken kırkıncı da tamamlanmış, Temele sıra gelmiş.
-Senin de mi atın çatladı? diye sormuşlar.
-Hayır! demiş Temel, Yoldaki 39 at leşini geçemedum!.
TEMEL DENİZDE
Temelin küçük takası on kişilik tayfasıyla Karadeniz'in engin sularında yol almaktadır.
Temel tayfalarını yanına çağırır. Onlara şöyle der:
-Uyy uşaklar! Ha purada pi teneke altinumuz olsa idu ne ederduk?
Uşaklar:
-Uyyy paylaşirduk onlari.
Temel teklifi kabul eder ve altınları paylaştırmaya başlar:
-Uyy... 15 altin bağa, pi altin size, 15 altın bağa, pi altin size ...
Tayfalar buna itiraz ederler ve aralarında müthiş bir kavga başlar. Kıyasıya dövüşürler. Neden sonra Rize'ye geldiklerinde durumu mahkemeye intikal ettirirler. Mahkemede yargıç olayı anlattırır. Hem Temel, hem de tayfaları olduğu gibi olayı anlatırlar. Bunun üzerine yargıç:
-Peki, getirin altınları! dediğinde
Hepsi bir ağızdan cevaplarlar:
-Uyy haçim bey, pizum altinumuz falan yok! Olacağinu farz edeyduk!
TEMEL İLE DURSUN
Temel'le Dursun iki tane at almışlar. Fakat devamlı karıştırıyorlarmış. Hangisi kimin atı belli değil. Temel'in aklına parlak bir fıkir gelmiş ve atın birisinin kuyruğunu kesmiş. Dursun ona inat o da diğer atın kuyruğunu kesmiş. Temel bu sefer atın bir tanesine boyayla işaret koymuş. Dursun ona inat diğer atın aynı yerine aynı boyayla işaret koymuş. Temel bakmış böyle olmuyor, Dursun'a bir açıklamada bulunmuş.
-En iyisi beyaz at benimki siyah at da seninki olsun! demiş.
KEKEME
Kekemenin biri bir gün Beşiktaş'ta kekeme okulunu ararken okulun yerini bulamamış, en yakınındakı bir bakkala girip
-KakakakarrdeşHH, bubububurraaalarrrrdaddadadad bbbi kekekemememe okukukukuluuu varmış, nenenenerededede bibibiliyor musususun? diye sormuş.
Bakkal cevap vermiş:
-Okulun yerini bilmiyorum ama kardeşim, senin okula hiç ihtiyacm yok! Bence gayet iyi kekeliyorsun!.
TEMEL İLE OĞLU
Temel Anadolu Lisesi sınavına hazırlanmakta olan oğlu Dursun'a sormuş:
-Söyle pakayum Tursun, su kaç terecede kaynayi?
Dursun biraz düşündükten sonra cevaplamış:
-Toksan terecede ...
Bunun üzerine Temel oğluna yeni birşey öğretme hazzıyla düzeltmiş cevabı:
-Pilemedun, toksan terecede tik açı kaynayi.
TEMELCİK OKULDA
Temelcik öğretmenine sorar:
-Tünyamuz pi cün yok olacak mi?
-Evet yavrum!
-Peçi uçan uçaklar nereye inecek?
TEMEL DOKTORDA
Temel'e bir işe girmek için sağlık raporu lôzım olmuş. Gitmiş tam teşekküllü bir hastaneye.
Muayene esnasında doktor sormuş:
-Kulaklarınızdan ya da burnunuzdan bir şikôyetiniz var mı?
-He ya!, demiş Temel; Özellikle fanilamu çikarurken çok zorlanayrum!
TEMEL İNGİLİZCE ÖĞRENİYOR
Temel İngilizce öğrenmek için dershaneye yazılmış. İlk derste,
"Come!, yani Gel" demeyi öğretiyorlarmış.
Temel öğretmene sormuş:
-Pu nasil iştur? Come yazaysun, kam okuysun, peçi cel olduğuni nereden anlaysun?"
TEMEL SINAVDA
Stadyumda sınav Trabzon'un en zengininin oğlu olan Temel matematik dersinden hep çakıyormuş. Hocası son sınavı tezahüratla ona moral verilsin diye Avni Aker Stadı'nda yapmaya karar vermiş. Stad tıklim tıklım doluymuş. İzleyenler Temel'e müthiş tezahürat yapıyorlarmış. Hocası
-Kolay bir soruyla başlayayım! demiş ve
-2 kere 2 kaç eder? diye sormuş.
Temel düşünmüş, düşünmüş ve
- 4 eder ! demiş.
Statta derin bir sessizlik olmuş. Ardından bütün stad hep bir ağızdan yalvarmış:
-Hocam! Pi şans daha!
SIRAYA GİR
Temel nefes nefese Haydarpaşa'da tren garına gelmiş. Bilet satan memur gazete okuyormuş. Parayı uzatmış:
-Postançıya pi pilet!
Gişe memuru başını kaldırmadan
-Sıraya gir!" demiş.
Temel sağına soluna bakmış, kendinden başkası yok. Bir daha parayı uzatmış:
-Hemşerum! Postancıya pi pilet! demiş.
Cevap aynı:
-Sıraya gir!
Temel darlanmış, kafasını gişeden içeri sokarak bağırmış:
-Hemşerum! Postancıya pi pilet daa!
Memur yine başını kaldırmadan
-Sıraya gir!" der demez
Temel yumruğu patlatmış. Memur neye uğradığını şaşırmış,
-Ne vuruyorsun kardeş; demiş.
Temel cevabı oturtmuş:
-Ben mi? Ha pu kadar kalabalikta penum vurduğimi nereden çikararayisun?
BAYRAM NAMAZI
Temel'in birgün annesi vefat etmiş. Herkes saf tutarken cemaatin arkasında bekliyormuş. İçlerinden biri sormuş:
-Temel! Ananin cenaze namazini kilmican mi?
Temel
-Haçen pen çenaze namazi kilmayi bilmiyom! demiş.
Aradan bir hafta geçmiş, bu sefer Temel'in kaynanası ölmüş. Bakmışlar ki, Temel en ön safta. Bunu gören cemaat merak edip sormuş:
-Ula Temel! Hani sen cenaze namazi kHmayi bilmeyidun?
Temel cevap vermiş:
-Haçen bu çenaze namazi değil ki, payram namazidur da!
BU FIKRAYI DUYMADINIZ
Trabzon'da bir grup çok ağaç kesebilmek için Amerika'dan motorlu testere getirtmeye karar vermişler. Gerekli bağlantılar kurulduktan sonra para ödenmiş ve birkaç tane elektrikli testere alınmış. Garanti kôğıdında da günde en az 500 ağaç keseceği belirtiliyormuş. Her neyse, bizimkiler koyulmuşlar işe. Akşam olduğunda en fazla ağaç kesen Temel'miş ve sadece 50 ağaç kesmiş, herkes şaşırmış. Sonraki gün Temel zorlayarak sayıyı 100'e çıkarmış. Daha ertesi gün akşam Temel yerinden kalkamaz hale gelmiş ama sadece 150 ağaç kesebilmiş. Artık bizimkiler Amerika'dan bir yetkili çağırmaya karar vermişler. Yetkili gelmiş ve birlikte ormana gitmişler. Amerikalı motorun ipini çekip çalıştırmış ve çıkan ses üzerine bizimkiler hep bir ağızdan bağırmışlar:
-Uyy o ne daa?
KARADENİZLİ ÖĞRETMEN
Dilbilgisi dersinde Karadenizli öğretmen Erzurumlu öğrencisini sözlüye kaldırır ve şu soruyu yöneltir:
-Pakmak fiilinin çekiminu yap pakalum ...
Erzurumlu öğrenci hemen atılır:
-Bakirem, bakirsen, bakir ...
Öğretmen öğrencisinin bu cevabı karşısında kızmış:
-Uy diluni eşşekarisu soksin! Öyle mi denur daa?
Onun aslu pöyledur:
-Pakayrum, pakaysun, pakayi ...
KARADENİZLİ GARDİYAN
Karadenizli hapishanede gardiyanlık görevi yapıyormuş. Mahkumlardan biri ağır hastalığa yakalanmış. Onu hastaneye götürmüş Karadenizli gardiyan. Doktor onu ameliyat edip bir bacağını kesmiş. Hasta taburcu olunca yeniden hapishaneye döner.
Aynı mahkum bir gün yine ağır hasta olarak Karadenizli gardiyan tarafından hastaneye götürülür. Hastanın diğer bacağı kesilir. Mahkum hastaneden taburcu olur tekrar hapisaneye döner. Daha sonra aynı şekilde bir de kolu kesilir.
Mahkum uzun yıllar mahkumiyeti olduğundan hapishaneden bir türlü çıkamamış ve yine hastalanmış. Karadenizli gardiyana demiş ki "beni doktora yetiştir, ölüyorum" demiş. Gardiyan:
-Yooo götüremem. Sen bu gidişle parça parça hapishaneden kaçaysun, demiş.
KISACA SÜPHANEKE
Karadenizli Öğretmen öğrencileri Din Dersinden sözlü sınavı yapmaktadır. İlk öğrenci tahtaya kalkar.
Öğretmen:
-Senin adın ne kızım ?
-Kevser, Öğretmenim.
-Pekala sen Kevser Süresini oku bakalım.
Öğrenci duayı okur ve öğretmenden aferin alır. İkinci öğrenci kalkar tahtaya. Öğretmen:
-Senin adın ne oğlum?
-Fatih, öğretmenim.
Peki sen de Fatiha suresini oku, der.
Öğrenci Fatiha Suresini okur ve öğretmenden beğeni kazanır. Yerine oturur. Öğretmen üçüncü öğrenciye de önce ismini sorar. Öğrenci;
- Benim adım Yasin. Ama öğretmenim bana kısaca Sübhaneke derler.
KUŞBALASI GİBİ DİPDİRİ
Bir kış günüdür. Kars'ın bir köyünden genç bir çiftin bebekleri hastalanır.
Şehire doktora götürürler. Çocuk doktoru bebeği muayene eder.
-Bu çocuk kuşpalazı-difteri olmuş, der.
Reçetesini yazar ve köyüne gönderir. Köye varınca komşuları:
-Neyi varmış bebeğinizin, geçmiş olsun derler.
Anne:
-Bir şeyi yok, kuşbalası (kuş yavrusu) gibi dipdiri, dedi doktor.
LAZER YAZICI
Komutan emir erini çağırmış:
- "Bana çabuk bir lazer yazıcı bul getir."
- "Emredersin komutanım." Bir saat sonra emir eri yanında başka bir er ile gelmiş.
- "Lazer yazıcıyı getirdim komutanım."
- "Hani nerde lan?"
- "Komutanım bu arkadaş laz bir erdir ve bizim bölükte yazıcıdır!"
- "Ulan iyi ki, scanner istememişiz be!"
MALATYA NEDEN 44
Turgut Özal birgün Istanbur'da, Pera Palas'ta "hemşehrileriyle birlikteymiş. Onlarla Malatya'yı konuşuyor, sorular soruyormuş. Malatya Eğitim Vakfı Başkanı Prof. Dr. Mesut Parlak (şimdi Istanbul Universitesi Rektörü) da oradaymlş.
-Sayın Cumhurbaşkanım! demiş, "Hep siz soruyorsunuz. İzin verirseniz ben de size bir soru soracağım?"
-Sor bakalım Mesut Hoca!
-Efendim, Malatya'nın plakası neden 44
-Hoca, senin soru da çok kolaymış. Neden olacak? Şehirlerin plakaları alfabetik sıraya göre veriliyor. Malatya'nın da sırası 44 olduğundan.
-Sadece ondan dolayı değil sayın Cumhurbaşkanım! Malatya'ya 44 numaranın verilmesinin bir gerekçesi daha mevcut Malatya 'dört dörtlük' bir şehir olduğu için plakası da "dört dört" Görüyor musunuz sayın Cumhurbaşkanım? Sizin de bilmediğiniz şey varmış!
Özal basmış kahkahayı. Ve Mesut Hoca'nın bu esprisini de ölene kadar kullanmış.
PARAYI UZATIVER EVLADIM
Birgün Sarıyer-Taksim minübüsündeyim.
Arka koltuktan para uzatıyorlar.
Yanımda iki genç çocuk oturuyor. Yaşlı bir teyze de para verdi:
-Evlôdım! Şu parayı uzatır mısın? Bir Zincirlikuyu! dedi.
Çocuk parayı aldı, biraz çekti, buruşturdu ve kadına geri verdi.
Hadisenin farkında olmayan yaşlı teyze
-Ne var oğlum? dediğinde çocuğun cevabı gayet netti:
-Teyze! Bu para uzamıyor!
Minibüstekilerin halini görmeliydiniz!
PARÇA PARÇA KAÇMAK
2. Dünya Savaşı sırasında bir İngiliz pilot Almanya üzerinde düşürülür. Almanlar bunu esir alırlar ama İngiliz'in bir bacağı ve iki kolu kangren olmuştur. İlk önce bacağı keserler. İngiliz, Almanlar'dan bu bacağı ana vatanı olan İngiltere'ye atmalarını ister. Almanlar atar. Sonra İngiliz'in kolu kesilir, İngiliz yine aynı dilekte bulunur ve Almanlar da yerine getirirler. Bu sefer de Almanlar öteki kolu keserler. İngiliz her zamanki gibi Almanlar'dan kolu anavatanına atmalarını ister.
Fakat Almanlar bu kez :
-"Olmaz!" derler.
İngiliz sebebini sorunca şöyle cevaplarlar:
-"Galiba parça parça kaçmaya çalışıyorsun!"
TIP ÖĞRENCİLERİ DERSTE
Hocaları Tıp öğrencilerine öğüt veriyormuş.
-Çocuklar! iyi doktor olmak için iki konu çok önemlidir. Birincisi dikkatli olacaksınız. İkincisi ise tiksinmiyeceksiniz.
Öğrenciler "biz dikkatliyiz ve de tiksinmeyiz" diye hep birlikte hocalarına cevap vermişler. hoca bir kab içinde idrar getirtir. Parmağını idrara batırıp ağzına götürür.
-Hadi bunu yapın bakalım der.
Çocuklar çaresiz parmaklarını idrara batırıp, ağızlarına götürürler. Sonunda idrar biter. Öğrenciler:
-Efendim inandınız mı? der. Hoca:
-Tiksinmediğiniz belli ama, dikkatli değilsiniz. Çünkü; ben işaret parmağımı idrara sokup, orta parmağımı ağzıma götürmüştüm...
YAŞANMIŞ MUAVİN FIKRASI
Isparta otogarında şoförlerle sohbet ederken şöyle bir anı anlattı muavin Süleyman:
-Otobüsle İstanbul'a yolcu götürdük. Otobüs İstanbul otogarına girdi. Yolcular birer birer otobüsten indi. Otobüs boşaldı. Ben otobüsün içini temizledim. Yol boyunca biriken çöpleri de otobüsün yanına bıraktım. Çöpler orada beklerken zabıta görevlisi geldi. Ben de o sırada otobüsün içini düzenliyordum. Zabıta otobüsün içine girdi ve bana:
-"Bu çöpleri neden çöp bidonuna atmadın da buraya bıraktın. Sen cezayı hak ettin" dedi.
Ben de hemen atağa geçtim:
-"Vay şerefsiz, görgüsüz muavin. Demek buraya bırakıp kaçmış çöplerini ha. O kadar da söyledim bunları buraya bırakma, zabıtalar gelir kızar diye. Demek gene de bırakmış ha. Ben hemen atıvereyim onları abi." dedim.
-"Çöpleri kucakladığım gibi çöp bidonuna götürüp attım."
Farklı Kaynaktan Fıkra Örnekleri Fıkralar
Örnek: 1)
Deli deli aktığın için
Sıcak bir yaz günü, Nasreddin Hoca yolculuğa çıkmış. Yol kenarındaki hayrat çeşmeden su içip, elini yüzünü yıkayıp biraz serinlemek ve Abdest tazelemek istemiş. Bakmış ki çeşmenin borusuna bir odun parçası tıkalı. Odun ıslanıp şiştiğinden yerinden kolay çıkmıyor. Hoca epeyce uğraşmış, tıkaçı kuvvetle çekerek çıkarmış. Kenara çekilmesine fırsat kalmadan, tazyikli bir şekilde borudan fışkıran su elbiselerini ıslatmış. Hoca çeşmeye şöyle bir bakarak söylenmiş;
- “Anlaşıldı, anlaşıldııı! O kazığı böyle deli dolu aktığın için ağzına tıkamışlar!”
Örnek: 2)
Nasıl anlaşılıyor?
Afrika’dan yeni dönmüş birisi, oralarda kavurucu sıcaklar yüzünden insanların çırılçıplak gezdiklerini anlatıyormuş. Hoca sözünü kesmiş:
- “Pekii, oradakilerin hanımefendi mi, bey efendi mi (insan) oldukları nasıl anlaşılıyor ?”
Örnek: 3)
Kızına hoca bulacağına
Bir gün Nasreddin Hoca’ya komşu kadınlardan biri,
- “Hoca efendi” demiş, “bizim deli kıza muska mı yazarsın, nefes mi edersin, ne yapacaksan yapsan da biraz akıllansa… Hiç sözümü dinlemiyor, densizlik edip duruyor.”
- “Hanım” demiş, Hoca: “Sen kızına hoca bulacağına koca bul. Bak o zaman nasıl mum gibi olur!”
Örnek: 4)
Arkadaşlık Üzerine
Bugünkü çok değerli yazımızda takdir edersiniz ki son derece önemli bir konuya değineceğim: Arkadaşlık dünyasına! Bu son derece korkunç konuda yazmaya başlamadan önce dostluk ve arkadaşlık arasındaki farklara değinmeyeceğimi de ısrarla belirtmek isterim sevgili dostlar.
Benim için dost ile arkadaş aynı şeylerdir zira. Bir insan dost olmadığı biriyle arkadaş olmamalı kanımca sevgili arkaaşlar. Çünkü bu ayıptır, içten pazarlıktır, terrrbiyesizliktir, şerrrefsizliktir, aşşşağılık bir harekettir. Şaka şaka sevgili okur. Mübalağa etmemdeki sebep öncelikle şimşekleri üzerime çekip bütün adrenalinizi toplayarak dikkatinizi yoğunlaştırmaktır.
Efendim, dün tanıdığım en enteresan insanlardan biriyle eşine az rastlanır bir gün daha geçirdim. Zaten onunla geçirilen her günün bir benzeri daha yoktur. Sizi kıskandırmamak için kim olduğunu söylemeyeceğim. Ancak onun arkadaşlık anlayışını hazmetmek de her babayiğidin harcı değildir. Mesela dün telefondaki bir arkadaşına yaptığı şakayı duyunca ‘Eyvah dedim, adam ya intihar edecek ya bir daha gün yüzü görmeyecek.’
Dedi ki, “İstersen sen de bize katıl. Ne, önce spora gidip oradan da erkenden yatman mı gerek?! Sen eğer Kızılderili olsaydın adın ne olurdu biliyor musun; Mazbut Köpek”dedi.Telefonu kapatınca bunu duyduğunda nasıl davrandığını sordum, “Galiba biraz alındı”dedi. Ama ben şahidim, hakikaten tamamen samimiyet, sevgi ve makara olsun diye söylenmiş bir laftı.
Arkadaşlar arası samimiyetin çok sert olması gerektiğine inanırım. Mesela Denizle birbirimizi hep’salak’diye çağırırız. Elbette bu hiç de hoş bir şey değil. Ama salaaaak. Şaka şaka tabii ki salak değil, o bana daha fena salak diyor diye küçük ve tatlı bir intikamdı.
Biz mesela birbirimize salak deyince çok mutlu oluyoruz. Bir insanın en büyük vazifelerinden biri de, kendisine kötü söz söyleyen bir arkadaşına sevinmek ve boynuna sarılmak olmalıdır.
Eğer taraflardan biri alıngan bir dönem geçiriyorsa, o alıngan dönemiyle de alay etmeliyiz. Mesela geçen gün Deniz bana ‘kahve falına konsantre olmuyorsun ve sen zaten hep böylesindir‘ dediği için çok alınıp içime kapandım ve ortama son derece samimiyetsiz bir hava yayıldı. Bu havayı kırmak da epey bir vaktini alıyor insanın. İstiyorum ki, bir an önce ortam rahatlasın, samimi olup birbirimize kızdığımız şeyleri söyleyelim, gerekirse, evet gerekirse küfür edelim ama küfürden daha beter olan soğukluk duygusunu alt edelim. Bu çok yıpratıcı bir şey zira.
Bakınız hayat kısa. Ne zaman ne olacağı belli olmuyor. Belki size saçma bir örnek gibi gelecek ama tarih ne kadar haklı olduğumu bir gün ispatlayacaktır. Toprak ailesinin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor sevgili okur. Bundan bir hafta önce iki oğlu akıl sağlığı yerinde değil diye babalarının mal varlıklarına el koymak istedi. Daha sonra çok sayıda kızı “Kardeşlerimiz yalan söylüyor, babamız son derece sağlıklı” dedi ama aradan birkaç gün geçmeden 70 yaşında adam 17 yaşında bir kız çocuğuyla evlenince bu kez kızları da sinirlendi. Yani akıl sağlığı yerindeyse o kadar da demedik dediler. Yani bu örneği şu yüzden verdim; hayat kısa. Üstelik yaşlandıkça insan kafayı sıyırabiliyor.
Siz siz olun, yaşlılıktan kafayı yarmadan önce arkadaşlıklarınızın ve dostluklarınızın değerini bilin. Öyle afedersiniz osuruktan hemen soğuk algınlığı geçirip de ortamı soğutmayın. İki dakka ağır laf kaldırın.
Ama arkadaşlarınız ve dostlarınızdan. Öyle tanımadığınız birinin ağır lafını da kaldırmayın. Hatta, size ağır şakalar yapan arkadaşlarınızla birlik olup o insana baskı kurun. Bakın o zaman o da birden bire nasıl da samimi bir arkadaş haline gelecektir. İşte arkadaşın kelime manasına geldik nihayet! Sırt sırta verebiliyorsan, sırıt sırıtabildiğin kadar. Bu pekiştirici ve bağdaştırıcı yazımız size Ördek suya vırt demiş gibi gelmesin. Eğer öyle gelirse başa sarıp tekrar okuyun. Samimi söylüyorum. Bu çok önemli bir konu. Yemin ederim. Valla billa.
Ayça Şen
Radikal, 6 Ağustos 2009.
Örnek: 5)
Allah’ın belâsı hükümdarsınız.
Timur han, Anadolu’yu işgal ettiğinde halka büyük zulüm etmiş, evlerini tarlalarını yakıp yıkmış, birçok kişiyi öldürmüş zalim bir Moğol’dur.
Akşehir’e yerleştiğinde, şehrin ileri gelenlerinden on beş kişiyi çağırtmış. Tek tek yanına almış ve;
- “Ben adil miyim, zalim miyim?” diye sormuş.
“Adilsin” diyeni de, “zalimsin” diyeni de öldürtmüş.
Ertesi gün tekrar on beş kişi göndermelerini Akşehirlilere emretmiş. Büyük bir korkuya kapılmışlar. Nasreddin Hoca’ya koşmuşlar. Giden heyette bulunması için kendisini ikna etmişler. Heyet Timur Han’ın huzuruna varmış. Timur heyetin başındaki Nasreddin Hoca’ya sormuş:
- “Söyle bakalım Hoca efendi ! Ben adil miyim, zalim miyim ?”
Hoca hiç tereddüt etmeden ve kuvvetli bir sesle cevap vermiş :
- “Siz ne adilsiniz nede zalimsiniz. Siz yoldan çıkmış, azıtmış bu millete Allah‘ın gönderdiği büyük bir belâsınız.” demiş.
Timur Han bu cevaptan hoşlanıp heyettekileri bağışlamış.
Tarih: 2016-03-02 01:57:00 Kategori: Sözlük
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx